Yargıtay’ımızın çeşitli konulardaki -uygulama için çok önem taşıyan ve özelliği bulunan, önceki içtihatları ile çelişen (aksi doğrultuda olan)- yeni içtihatlar hk.
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Borçlu hakkında genel haciz yoluyla ilamsız icra takibi yapıldığı, örnek 7 nolu ödeme emrinin borçluya 15.03.2013 tarihinde tebliğ edildiği, 09.05.2013 tarihinde borçluya ait taşınmaza haciz konulduğu, borçlunun ise 14.05.2013 tarihinde icra mahkemesine gelerek, adına kayıtlı olan ve haciz konulan Ordu ili, Merkez Ş. Mah. 1759 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın meskeni olduğunu, haciz konulamayacağını, tarafına yapılan tebligatın usulsüz olup takipten 10.05.2013 tarihinde haberdar olduğunu belirterek meskeniyetşikayetinin kabulü ile taşınmaz üzerindeki haczin kaldırılmasını talep ettiği görülmektedir.
Diğer yandan borçlunun aynı mahkemenin 2013/168-171 sayılı dosyasında ödeme emri tebligatının usulsüzlüğüne yönelik olarak şikayette bulunduğu, bu dosyada şikayetin kabulü ile ödeme emri tebliğ tarihinin 10.05.2013 olarak düzeltilmesine karar verildiği, mahkemece, bahsi geçen dosyada ödeme emri tebliğ tarihi olarak kabul edilen 10.05.2013 tarihine göre henüz takip kesinleşmemiş olacağından bahisle yapılan hacizlerin de usulsüz olacağı kabul edilerek, hacizlerin kaldırılması yönünde karar verildiği ancak, tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulüne dair kararın henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır.
Somut olayda haciz, ödeme emri tebliğ tarihine göre takibin kesinleşmesinden sonraya ilişkindir. Ancak usulsüz tebligat şikayeti nedeniyle düzeltilen tebliğ tarihine göre takip kesinleşmediği için haczin de geçerli olmayacağının söylenebilmesi, tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulüne dair kararın kesinleşmiş olmasına bağlıdır. Bu durumda mahkemece usulsüz tebligat şikayetine konu olan aynı mahkemenin 2013/168-171 sayılı dava dosyasının sonucu beklenip, kararın kesinleşmiş durumu nazara alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nın 366 ve HUMK'nın 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.03.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. HD. 11.03.2014 T. E:4357, K:6802
NOT: Yukarıda sunduğumuz içtihata konu olayda;
- Borçlu, icra mahkemesine 14.05.2013 tarihinde başvurarak “haczedilen taşınmazının meskeni olduğunu, haczin kaldırılmasına karar verilmesini (İİK. m. 82/12)” ve “kendisine ödeme emri tebligatının usulsüz olduğu, tebliğ tarihinin 10.05.2013 olarak düzeltilmesini (İİK.m.16, 21; TebK. 32)” istemiştir.
- İcra mahkemesince, borçlunun usulsüz tebligat şikayeti kabul edilmiş ve “ödeme emrinin tebliğ tarihinin 10.05.2013 olarak düzeltilmesine” ve “kabul edilen (düzeltilen) ödeme emrinin tebliğ tarihine göre haczin kaldırılmasına” karar verilmiştir.
Yüksek mahkemenin bu güne kadarki içtihatları uyarınca borçlunun meskeni üzerindeki haczin -“icra mahkemesi kararları kesinleşmeden uygulanır” şeklindeki yerleş- miş içtihatları (bknz: 12. HD. 02.03.2016 T. 29333/6111; 07.04.2005 T. 37018/8946; 09.03.2015 T. 34292/5101; 16.09.2014 T. 17289/21597; 11.06.2013 T. 13134/22006; 02.03.2012 T. 21736/6016; 27.12.2011 T. 24669/30913; 05.04.2011 T. 24822/5552; 21.09.2010 T. 18643/20493; 8. HD. 09.06.2014 T. 20045/11795; 8. HD. 12.05.2014 T. 8064/9310; 8. HD. 12.052014 T. 8053/9308) uyarınca derhal kaldırılması gerekirken, yukarıdaki kararda tamamen farklı bir sonuca ulaşılarak “…ancak usulsüz tebligat şikayeti nedeniyle düzeltilen tebliğ tarihine göre takip kesinleşmediği için, haczin de geçerli olmayacağının söylenebilmesi tebligat usulsüzlüğü şikayetinin kabulüne dair kararın kesinleşmiş olmasına bağlıdır ….” denilerek, “usulsüz tebligat şikayetinin kabulüne ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra mesken üzerindeki haczin kaldırılabileceği” belirtilmiştir.
Halbuki aynı yüksek mahkeme bir süre önce bir olayda (dosyada); “usulsüz tebligat şikayetinin kabul edilerek borçlunun minibüsü üzerindeki haczin kaldırılmasına” ilişkin ‘icra mahkemesi kararının infaz edilebilmesi için kesinleşmesine gerek bulunmadığı’ ifade edilmişti (Bknz: 12. HD. 20.06.2011 T. 31035/12429 “www.e-uyar.com”)… 29.11.2016
Av. Talih UYAR
YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ’NİN
“BORÇLUNUN TAŞINIR/TAŞINMAZ MALLARI ÜZERİNE HACİZ KOYAN ALACAKLININ -Bu haczi düşmeden veya feragat nedeni ile düşürülmeden- ÜZERİNDEKİ HACİZ DEVAM EDERKEN, AYNI TAŞINIRI/TAŞINMAZI TEKRAR HACZETTİREBİLECEĞİ” konusundaki yeni içtihatları:
- “Alacaklı tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takibin kesinleşmesi üzerine, alacaklının talebi ile borçlunun taşınmazlarına 12.02.2014 tarihinde haciz konulduğu, alacaklının talebi üzerine taşınmazlara 23.01.2015 tarihinde yeniden haciz konulduğu, alacaklının icra takip dosyasında 03.02.2015 tarihinde talepte bulunarak 12.02.2014 tarihli haciz yönünden satış talep ettiği, icra memurluğunca, haciz devam ederken yeniden haciz konulmasının istenilmesinin, daha önceden konulan hacizden feragat anlamına geleceği ve hükümsüz kalacağı gerekçesiyle, 12.02.2014 tarihli haciz yönünden alacaklının satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının, satış talebinin reddine ilişkin icra memurluk işleminin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; icra hukukunda, haczin yenilenmesine ilişkin hukuki müessese bulunmadığı, 23.01.2015 tarihinde uygulanan haczin, ilk haczin devamı niteliğinde olmayıp, yeni bir haciz işlemi olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
İcra ve İflâs Kanunu'nda, taşınmaza birden fazla haciz konulmasında yasal engel yoktur. Somut olayda icra takip dosyasında, alacaklının ilk hacizden feragat ettiği yönünde bir beyanı bulunmamaktadır. Bir haktan feragatin açıkça yapılması gerekip, zımni feragat mümkün değildir. Dairemizin yerleşik içtihatları da bu yöndedir. Dolayısıyla, her iki haciz de geçerli olup, İİK'nun 106 ve 110. maddelerinin her iki haciz için ayrı ayrı değerlendirileceği tabiidir.
O halde mahkemece, şikayetin kabulü gerekirken, somut olay ile bağdaşmayan Dairemiz kararının emsal alınarak şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.12.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.” (12. HD. 24.12.2015 T. E: 20177, K: 32746) (www.e-uyar.com)
*
-“Alacaklı tarafından genel haciz yolu ile ilamsız icra takibine haşlandığı, borçlu adına kayıtlı taşınmazlar üzerine ihtiyati haciz konulduğu, borçlu vekilinin, itirazın iptali davasında karar verilmekle taşınmazlar üzerindeki ihtiyati haczin kesin hacze dönüşüp 2 yıllık satış isteme süresinin başladığını, icra müdürlüğünün iki yıllık süre dolmadan taşınmazlara yeniden haciz konulması işleminin doğru olmadığını ileri sürerek işlemin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece kesin hacze dönüşen ihtiyati haczin hukuki geçerliliği devam ederken, taşınmazlara yeniden haciz konulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle şikayetin kabulü ile 15.02.2012 tarihli hacizlerin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. İcra takip dosyasının incelenmesinde; alacaklı tarafından Antalya 1. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2009/1740 D.iş sayılı 10.11.2009 tarihli ihtiyati haciz kararı ile takibe başlandığı ve 11.11.2009 tarihli haciz yazısı ile borçlu adına kayıtlı taşınmazlar üzerine haciz konulduğu, haczin 12.11.2009 tarihinde tapu siciline işlendiği, örnek 7 numaralı ödeme emrinin 01.12.2009 tarihinde borçluya tebliğ edildiği, borçlunun yasal sürede itirazı üzerine takibin durduğu, alacaklı tarafından Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne açılan itirazın iptali davası sonunda, anılan mahkemenin 17.02.2001 tarih ve 2010/17 Esas-201 1/58 Karar sayılı kararı ile şikayetçi borçlunun itirazının kısmen iptaline karar verildiği, alacaklının 15.02.2012 tarihli talebi üzerine taşınmazlar üzerine yeniden haciz konulduğu ve haczin tapu siciline 20.02.2012 tarihinde şerh verildiği görülmüştür. İcra ve İflas Kanununda haczin yenilenmesi diye bir müessese mevcut olmayıp, aynı takip dosyasından olsa da konulan her haciz yeni bir hacizdir. Buna göre aynı taşınmaz üzerine birden fazla haciz konulmasını engelleyen bir yasa hükmü de yoktur. Taşınmazın üzerinde haciz varken, alacaklının talebi üzerine yeniden haciz konulması, önceki hacizden vazgeçildiği anlamına gelmez.
Somut olayda, itirazın iptaline karar verilmiş olmakla ve itirazın iptali ilamının infazı için kesinleşmesi de gerekmediğine göre, alacaklının talebi üzerine taşınmazlar üzerine ikinci kez haciz konulmasında yasaya aykırılık yoktur. O halde, mahkemece, şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü ile haciz işlemlerinin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
Sonuç: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK'nurı 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.06.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.” (12. HD. 09.06.2015 T. E:5993, K:16008) (www.e-uyar.com)
*
NOT: Yüksek mahkemece (Yargıtay 12. Hukuk Dairesince) ; uzun yıllar, takip konusu alacağından dolayı, dosyadaki alacağını karşılar miktarda borçlunun taşınır/taşınmaz mallarını haczettiren alacaklının “bu haczi, süresinde (İİK.m.106,110) satış istememesi nedeniyle düşmeden” veya “haciz, açıkça feragat nedeniyle kaldırılmadan” yeniden haciz talep etmesi mümkün görülmemekte idi…
Yüksek mahkeme, kısa bir süre önce “ borçlunun taşınmazına( taşınırına) alacaklı tarafından konulan haciz düşmeden, tekrar ‘aynı alacaklı tarafından’ haciz konulabileceği, ancak bu durumda alacaklının ilk haczinden feragat etmiş olacağı” ;
“Borçlunun murisinden intikal edecek hissesine haciz konulduktan sonra alacaklı İİK'nun 110. maddesinde yazılı süre içerisinde ortaklığın giderilmesi davası açmak amacıyla icra müdürlüğünden yetki belgesi talebinde bulunmuş olup, bu istemi satış talebi niteliğinde olduğundan haciz düşmemiş ise de, alacaklının daha sonra aynı taşınmaz hissesine 2. kez haciz koydurduğu görülmüştür. Bu talep ilk hacizden vazgeçme anlamına geldiğinden 14.06.2012 tarihli haciz sonrası yeniden kıymet takdiri yapılması gerekirken, düşmüş hacze dayalı kıymet takdiri esas alınarak ihalenin yapılması usulsüz olup ihalenin feshi yerine şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi bu nedenle doğru görülmemiştir. Düzeltilmesi istenen Yargıtay ilamıyla bunda atıf yapılan mahkeme kararında yazılı gerekçeler ve dosyada mevcut belgeler karşısında karar düzeltme isteği yerinde görülmediği gibi HUMK. nun 440. maddesinde yazılı dört halden hiç birine de uymadığından İİK.nun 366. ve HUMK.nun 442. maddeleri uyarınca (REDDİNE), takdiren 226,00 TL para cezası karar düzeltme isteyenden alınmasına, 52,40 TL karar düzeltme harcından, evvelce alınan harç varsa mahsubu ile eksik harcın karar düzeltme isteyenden tahsiline, 27.06.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.” (12. HD. 27.06.2014 T. E:15060, K:18915) (www.e-uyar.com) ş e k l i n d e belirtmişti…
Nihayet, son iki kararında yüksek mahkeme “… borçlunun aynı taşınmazına, aynı dosyadan, aynı alacaklı tarafından, önceki haciz devam ederken yeniden haciz konulabileceğini, bu durumda alacaklının ilk haczinden -zımnen- feragat etmiş sayılma-yacağını, ikinci haczin, ilk haczin devamı niteliğinde kabul edilemeyeceğini, İİK.’nun 106 ve 110. maddelerinin her iki haciz içinde ayrı ayrı değerlendirileceğini” ifade etmiştir…
Av. Talih UYAR
YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ’NİN (ve
HUKUK GENEL KURULU’NUN) “Şirket
ortaklarının, şirkete karşı üçüncü kişi sayılacakları ve kendilerine şirketin
borçlarından dolayı HACİZ İHBARNAMESİ (İİK. m.89) gönderilebileceği” k
o n u- s u n d a k i yeni görüşü
doğrultusundaki içtihatları;
-“Alacaklı tarafından yapılan ilamlı icra takibinde, borçlu Y. A. Elek. Mal. San. ve Tic. AŞ'nin hak ve alacaklarının haczi için şikayetçi 3. kişi E. V.'a sırasıyla İİK.nun 89. maddesi uyarınca 1, 2 ve 3. haciz ihbarnamelerinin tebliğ edildiği, adı geçenin, icra mahkemesine başvurusunda, borçlu şirketin ortağı olup, şirkete karşı üçüncü kişi sayılamayacağından, haciz ihbarnamelerinin iptalini istediği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.
Hukuk Genel Kurulu’nun, 11.05.2016 tarih ve 2014/12-1078 esas, 2016/1600 karar sayılı kararında, şirket ortağının İİK.nun 89. maddesi uygulamasında, şirket açısından 3.kişi sayılacağı ve şirket hakkına borçlu sıfatıyla yapılan icra takibi nedeniyle borçlu şirketin hak ve alacaklarının haczi için şirket ortağına İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilebileceği kabul edilmiştir.
Dairemizce, daha önce İİK.nun 89. maddesi açısından şirket ortağının, şirket yönünden üçüncü kişi kabul edilmemekte ise de anılan karar doğrultusunda içtihat değişikliğine gidilerek, Hukuk Genel Kurulu’nca kabul edilen ilke benimsenmiştir.
O halde şirket hakkında yapılan icra takibi nedeniyle şirket ortağı olan şikayetçiye İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığından, mahkemece şikayetin reddi yerine yazılı gerekçe kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13/06/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.” (12. HD. 13.06.2016 T. E: 310, K: 16690) (www.e-uyar.com)
*
- “Alacaklı tarafından yapılan ilamlı icra takibinde, borçlu Y. A. Elek. Mal. San. ve Tic. AŞ'nin hak ve alacaklarının haczi için şikayetçi 3. kişi E. V.'a sırasıyla İİK.nun 89. maddesi uyarınca 1, 2 ve 3. haciz ihbarnamelerinin tebliğ edildiği, adı geçenin, icra mahkemesine başvurusunda, borçlu şirketin ortağı olup, şirkete karşı üçüncü kişi sayılamayacağından, haciz ihbarnamelerinin iptalini istediği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmıştır.
Hukuk Genel Kurulu’nun, 11.05.2016 tarih ve 2014/12-1078 esas, 2016/1600 karar sayılı kararında, şirket ortağının İİK.nun 89. maddesi uygulamasında, şirket açısından 3.kişi sayılacağı ve şirket hakkına borçlu sıfatıyla yapılan icra takibi nedeniyle borçlu şirketin hak ve alacaklarının haczi için şirket ortağına İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilebileceği kabul edilmiştir.
Dairemizce, daha önce İİK.nun 89. maddesi açısından şirket ortağının, şirket yönünden üçüncü kişi kabul edilmemekte ise de anılan karar doğrultusunda içtihat değişikliğine gidilerek, Hukuk Genel Kurulu’nca kabul edilen ilke benimsenmiştir.O halde şirket hakkında yapılan icra takibi nedeniyle şirket ortağı olan şikayetçiye İİK.nun 89. maddesi uyarınca haciz ihbarı gönderilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığından, mahkemece şikayetin reddi yerine yazılı gerekçe kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06/06/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.” (12. HD. 06.06.2016 T. E: 312, K: 15834) (www.e-uyar.com)
*
“Alacaklı tarafından borçlu şirket hakkında kira sözleşmesine dayalı olarak ödenmeyen kira parasının tahsili ve tahliye istemli adi kiraya ve hasılat kiralarına ilişkin ilamsız icra takibi başlatıldığı; şikayetçiler vekilinin icra mahkemesine yaptığı başvuruda, şikayetçilerin ortağı olduğu takip borçlusu E. A. Otelcilik Turizm Ticaret Limited Şirketi aleyhine yapılan takipte, şikayetçilere İİK'nun 89. maddesi gereği haciz ihbarnamesi gönderildiğini, oysa şirket ortaklarının borçlu şirket yönünden üçüncü kişi sayılamayacağını ileri sürerek 02.03.2015 tarihli haciz ihbarnamelerinin gönderilmesine ilişkin kararın kaldırılmasına karar verilmesini istediği, mahkemece şikayetin kabulüne karar verdiği anlaşılmıştır.
İİK'nun 89. maddesine göre, hamiline ait olmıyan veya cirosu kabil bir senetle müstenit bulunmıyan alacak veya sair bir talep hakkı veya borçlunun üçüncü şahıs elindeki taşınır bir malı haczedilirse icra memuru; borçlu olan hakiki veya hükmi şahsa bundan böyle borcunu ancak icra dairesine ödiyebileceğini ve takip borçlusuna yapılan ödemenin muteber olmadığını veya malı elinde bulunduran üçüncü şahsa bundan böyle taşınır malı ancak icra dairesine teslim edebileceğini, malı takip borçlusuna vermemesini, aksi takdirde malın bedelini icra dairesine ödemek zorunda kalacağını bildirir (Haciz ihbarnamesi). Bu haciz ihbarnamesinde, ayrıca 2, 3 ve 4 üncü fıkra hükümleri de üçüncü şahsa bildirilir.
6102 sayılı TTK'nun 124. maddesinde limited şirketlerin sermaye şirketi olduğu, aynı Kanunun 125. maddesinde ticaret şirketlerinin tüzel kişiliği haiz olup Türk Medenî Kanununun 48 inci maddesi çerçevesinde bütün haklardan yararlanabilecekleri ve borçları üstlenebilecekleri, bu Kanunun 128. maddesinde ise her ortağın usulüne göre düzenlenmiş ve imza edilmiş şirket sözleşmesiyle koymayı taahhüt ettiği sermayeden dolayı şirkete karşı borçlu olduğu hükme bağlanmıştır.
E. A. Otelcilik Turizm Ticaret Limited Şirketi'nin borcu için 02.03.2015 tarihinde düzenlenerek 3. kişi sıfatı ile şikayetçilere gönderilen 89/1 haciz ihbarnamesinin incelenmesinde; "Borçlu şirketin nezdinizde doğmuş ve doğacak hak ve alacakları ile şirkete ödeme taahhüdünde bulunduğunuz ödemeniz gereken miktarın haczine karar verildiğinin" bildirildiği görülmektedir. Kural olarak, borçlunun her türlü mal ve hakkı haczedilebilir. Haczedilmezlik için İcra ve İflas Kanunu’nda veya özel kanununda açık hüküm bulunması zorunludur. Diğer bir anlatımla bir mal veya hakkın haczedilemeyeceğinin kabul edilebilmesi için bu konuda açıkça bir kanun hükmünün varlığı veya maddi hukuk anlamında o mal veya hakkın satış ve devrine engel yasal bir düzenlemenin bulunması şarttır. Şirket ortağı, ortağı olduğu şirket tüzel kişiliğinden ayrı bir kişiliğe sahip olup, TMK anlamında gerçek kişi olduğundan şirkete göre 3. kişi sayılır. TTK'nun yukarıda açıklanan maddeleri uyarınca şirket ortakları, şirket sözleşmesiyle koymayı taahhüt ettiği sermayeden dolayı şirkete karşı borçlu olduklarından ve borçlu şirketin, şirket ortağındaki sermaye alacağının haczine engel yasal bir düzenleme de bulunmadığından sermaye alacağının haczi mümkündür. Kaldı ki, borçlu şirketin, 3. kişi şirket ortağı nezdinde sermaye borcu dışında tamamen özel hukuktan kaynaklanan ve paraya çevrilmesi mümkün, İİK'nun 89. maddesi kapsamında haczedilebilecek nitelikte başkaca hak ve alacaklarının bulunabileceği de kuşkusuzdur.
Dairemiz; şirket ortağı, borçlu şirket yönünden 3. kişi sayılamayacağından şirket ortağına 89/1 haciz ihbarnamesi gönderilemeyeceği görüşünde iken, 11.05.2016 tarihinde verilen HGK'nun 2014/12-1078 Esas numaralı içtihadı doğrultusunda ve yukarıda açıklanan olgular karşısında Dairemizin değişen içtihadına göre; şirket ortağı, borçlu şirket bakımından 3. kişi sayılacağından şirket ortağı şikayetçilere 89/1 haciz ihbarnamesi gönderilmesinde yasaya uymayan bir yön bulunmayıp mahkemece şikayetin reddine karar vermek gerekirken, şikayetin kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/06/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi. ” (12. HD. 02.06.2016 T. E: 1954, K: 15638) (www.e-uyar.com)
NOT: Yüksek mahkeme (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi) -11.05.2016 tarihinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca verilmiş (ve henüz, tüm genel kurula katılanlar tarafından imzalanmadığı için yayımlanmamış) olan karara atıfta bulunarak- “ ‘bugüne kadar 89. maddenin uygulanmasında Dairece şirket ortağının, şirkete karşı üçüncü kişi sayılmayacağı’ kabul edilmekte iken, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca ‘şirket ortağının, şirket açısından üçüncü kişi sayılacağı ve şirketin alacakları tarafından, şirket ortağına haciz ihbarnamesi gönderilebileceği’ doğrultusundaki yeni görüşüne paralel olarak içtihat değişikliğine gittiklerini belirterek ‘şirket hakkında yapılan icra takibi nedeniyle şirket ortaklarına, şirket alacakları tarafından İİK.nun 89.md uyarınca haciz ihbarnamesi gönderilebileceğini’ ” ifade etmiştir…
Gerçekten, yüksek mahkeme bugüne kadar, “şirket ortağının ister ‘sermaye (apel) borcundan dolayı’ ister ‘özel hukuk ilişkisinden doğan herhangi bir borcu -örneğin; kooperatiflerde ‘aidat borcu’- nedeni ile’ şirket ortağına ‘haciz ihbarnamesi’ gönderilemeyeceğini, aksi davranışın ‘süresiz şikayet’e neden olacağını” aşağıdaki şekilde belirtmişti:
-“12. HD. 14.02.2011 T. E:2010/20895, K:435”
-“ 12. HD. 15.04.2010 T. E:2009/26814, K:9336”
-“ 12. HD. 22.09.2008 T. E:12445, K:16262”
-“ 12. HD. 21.04.2008 T. E:5994, K:8329”
-“ 12. HD. 27.11.2007 T. E:19782, K:22194”
-“ 12. HD. 16.11.2007 T. E:18459, K:21392”
-“ 12. HD. 15.10.2007 T. E:15611, K:18624”
-“ 12. HD. 07.05.2007 T. E:6642, K:9131”
-“ 12. HD. 26.04.2007 T. E:5637, K:8226”
-“ 12. HD. 13.12.2005 T. E:21013, K:24994”
-“ 12. HD. 18.10.2005 T. E:16517, K:20224”
-“ 12. HD. 28.06.2005 T. E:10552, K:13982”
Bu son (yeni) içtihat değişikliği’nden ö n c e doktrinde “limited şirketlerin(TTK.m.344/(1), 585) -ve ‘anonim şirketler’in ( TTK.m.344/(1) )- kuruluşundan ödenmemiş olan sermaye alacağının, şirket alacaklıları tarafından haczedilip edilemeyeceği” hususu tartışma konusu olmuş ve kimi hukukçular[1]“limited şirketin borçlarından dolayı, şirketin ortaklarda olan bakiye sermaye alacağının haczedilemeyeceğini”[2]kimi hukukçular ise[3] “limited şirketin alacaklıları tarafından, şirketin ortaklarda bulunan bakiye sermaye alacaklarının haczedilebileceğini”[4] ifade edilmişti.
Yüksek mahkeme yukarıda sunulan yeni (son) içtihatlarında, doktrindeki bu tartışmaya -ikinci görüş doğrultusunda- son vermiştir… 29.11.2016
Av. Talih UYAR
[1]ARSLANLI,H/DOMANİÇ,H. Limited Şirketler Hukuku ve Uygulaması, 1989, s:446 – AYHAN,R. Limited Şirketlerde Ortakların Sorumluluğu, 1992, s:65 – COŞKUN,M Açıklamalı- İçtihatlı İİK. C:2, 2016, s:2175 – YILMAZ,E. İİK Şerhi, 2016, s:519
[2] Çünkü “Bir sermaye şirketi olan limited şirketin malvarlığının, şirket alacaklıları için ortak bir garanti oluşturduğunu, sermaye alçağının haczedilebileceğinin kabul edilmesi halinde alacaklılar arasındaki eşitliğin bozulacağını … ”, “ TTK’da , şirket alacaklılarına doğrudan başvurma imkanı tanınmamışken , İİK hükümlerine göre böyle bir imkanın alacaklılara tanınmasının, kanun koyucunun amacına aykırı olduğu, bunu kanuna karşı hile teşkil edeceği…” vb. -bu görüşte olan hukukçularca- ileri sürülmüştür.
[3]ÇAMOĞLU,E Limited Ortaklığın Sermaye Alacaklarının Haczi (BATİDER, 1971, C:VI, S:1 s:62 vd. – TOPUZ,G. Limited Şirketin Sermaye Alacağının Haczi (Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, 2010, C:2, s:2109 vd. –YAVAŞ,M. Borçlunun Üçüncü Şahıslardaki Mal, Hak ve Alacaklarının Haczi “İİK.m.89” , 2005, s:166 – İYİLİKLİ,A.C. , Haciz İhbarnameleri “İİK.m.89”, 2012,s:205 vd. – DOMANİÇ,H. Anonim Şirket Ortaklarının Sermaye Temerrüdüne Terettüp Eden Hükümler (İBD. 1966/4-5-6, s:123)
Biz öteden beri bu görüşe katılmıştık: UYAR,T./UYAR,A./UYAR,C. İcra Hukukunda Haciz, 3. Baskı, 2016, s:340 - UYAR,T. İcra Hukukunda Haciz, 2. Baskı, 1990, s:319 -UYAR,T. İcra Hukukunda Haciz, 1. Baskı, 1983, s:256 - UYAR,T. Borçlunun Üçüncü Kişilerdeki Hak ve Alacaklarının Haczi (İzmir Bar. Der. Eylül/2013, s:255) - UYAR,T./UYAR,A./UYAR,C. İİK. Şerhi, C:2, 2014, s:1787
[4]Çünkü “cebri icra hukuku bakımından borçlunun, alacaklılarına karşı malvarlığıyla sorumlu olduğunu, limited şirketin taşınır ve taşınmazlarına ve üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarına haczin konusunu oluşturduğunu, ‘bakiye sermaye alacağının haczedilemeyeceğine’ ilişkin ne TTK’da ne de İİK’da somut bir hüküm bulunmadığı, oysa ‘bir şeyin haczedilemez olduğu’nun ancak kanun’la belirleneceği” –bu görüş taraftarlarınca- ileri sürülmüştür.
YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ’NİN
“KIDEM TAZMİNATI”, “İHBAR TAZMİNATI” VE “DİĞER SOSYAL HAKLAR”A DAYALI OLARAK AÇILAN ‘TASARRUFUN İPTALİ DAVALARI’NDA, BU ALACAKLARIN DOĞUM TARİHİNİN ‘İŞ AKDİNİN FESHEDİLDİĞİ TARİH’ DEĞİL ‘İŞE GİRİŞ TARİHİ’ OLDUĞUNA DAİR YENİ İÇTİHATLARININ (GÖRÜŞÜNÜN) DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Av. Talih UYAR1
“Tasarrufun iptali davası”nın dinlenebilmesi için; ‘davacı-alacaklının alacağının dava konusu tasarruftan ö n c e doğmuş olması’ gerekli midir?Başka bir deyişle; davacı-alacaklı ‘kendi alacağının doğum tarihinden ö n c e yapılan tasarrufların iptalini’ isteyemezmi?
Tasarrufun iptali davalarına ilişkin kararları temyizen incelediği dönemde Yargıtay 13. Hukuk Dairesi “iptal davasının açılabilmesi için, alacağın iptale tabi tasarruftan ö n c e veya s o n r a doğmuş olmasının önemli olmadığını” (bknz: 13. HD. 25.06.1979 T. E:3011, K: 3730 www.e-uyar.com ) –mutlak olarak ve isabetli şekilde- belirmişken daha sonra bu kararları temyizen incelemeye başlamış olan Yargıtay15. Hukuk Dairesi (bknz: 15. HD. 10.03.2005 T. 6645/1365; 10.03.2005 T. 6646/1364; 14.12.2004 T. 5965/6501; 23.09.2004 T. 3966/4595; 23.06.2004 T. 367/3525; 24.02.2004 T. 306/960 vb.) (“UYAR,T./UYAR,A/UYAR,C. İcra ve İflas Kanunu Şerhi 3. Baskı,2014,C:3,s:4372- www.e-uyar.com”)ve bugün bu kararları temyizen incelemekte olan Yargıtay 17. Hukuk Dairesi (bknz: 17. HD.29.06.2015 T. 7716/9218; 16.06.2015 T. 4461/8760; 16.06.2015 T. 4397/8759; 25.05.2015 T. 21071/7629; 25.05.2015 T. 1858/7614; 05.05.2015 T. 21092/6686; 05.05.2015 T. 10606/6636; 21.04.2015 T. 6674/6057; 21.04.2015 T. 21492/6052; 07.04.2015 T. 1719/5522; 07.07.2015 T. 15090/5512; 31.03.2015 T. 16833/5185; 23.03.2015 T. 16355/4593; 23.03.2015 T. 3460/4631; 12.03.2015 T. 18146/4159; 10.03.2015 T. 17905/4042; 09.03.2015 T. 17616/3986; 09.03.2015 T. 17290/3983; 26.02.2015 T. 16319/3429; 19.02.2015 T. 19310/2984 vb. “www.e-uyar.com”) ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (bknz: HGK. 28.03.2012 T. 17-25/241; 13.10.2010 T. 17-399/498; 01.12.2004 T. 15-553/624; 30.10.2002 T. 15-849/861 vb. www.e-uyar.com) ısrarla “tasarrufun iptali davası açılabilmesi için davacı-alacaklının alacağının, iptale konu tasarruftan önce doğmuş olması gerektiğini” belirtmiştir…
Doktrinde (ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR,T./UYAR,A./UYAR,C. a.g.e. C:3,s:4369 vd.-www.e-uyar.com) tartışmalı olan bu konu hakkında biz öteden beri “tasarrufun iptali davalarında davacı-alacaklının alacağını, iptale konu tasarruftan ö n c e veya s o n r a doğmuş olmasının önem taşımaması gerektiği” görüşünde olduğumuzu (bknz: UYAR,T. Gerekçeli-İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu Şerhi C:12, 2. Baskı, 2009, s:18883 vd.- UYAR,T./UYAR,A./UYAR,C. İcra ve İflas Hukuku’nda Tasarrufun İptali Davaları, C:2, 4. Baskı, 2011, s:1564 vd.- UYAR,T./UYAR,A./UYAR,C. a.g.e.,C:3,s:4369) belirtmekteyiz. Çünkü; tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için “tasarruf işleminin borcun doğum tarihinden ö n c e yapılmış olması” bir ‘ön şart’ olarak alınırsa borçlular-bugün uygulamada çok sık karşılaştığımız gibi- bilinçli olarak (yaptığı tasarrufun iptal edilmemesini sağlamak için) ö n c e malvarlığını elden çıkarıp s o n r a -bu durumunu bilmeyen ve bilmesi de mümkün olmayan-üçüncü kişilere borçlanırlar. Bugün bir kişi ile hukuki ilişkide bulunacak kimsenin, onun malvarlığı hakkında önceden bilgi sahibi olması, ülkemizde hemen hemen olanaksızdır. Bu amaçla kendisinden bilgi isteyen bir kişiye hangi banka ya da özel-resmi kuruluş olumlu yanıt verir. Tapu sicil müdürlüklerinde hala isme (soyadına) göre tutulmuş bir fihrist dahi yoktur. Bu davalar bankalar dışında herkes tarafından açılabildiğinden davacı-alacaklının “basiretli bir tacir gibi davranmadığı”, ‘ticari ilişkide bulunduğu kişinin malvarlığını önceden araştırmadığı’ da her olayda ileri sürülemez…
Bu hususların İcra ve İflas Kanunu’nda yapılacak değişiklikleri belirleyerek yeni bir İcra ve İflas Kanunu hazırlamakla görevlendirilmiş olan bilim komisyonunca da değerlendirilmesini temenni ediyoruz…
“Kıdem tazminatı”, “ihbar tazminatı” ve “diğer sosyal haklar”la ilgili olarak işverenden olan alacağını işverenin mevcut malvarlığından alamamış olduğu için, işverenin ‘bu borçlarını ödememek için yaptığı’ ‘kendisinden mal kaçırmak amacına yönelik’ tasarrufların iptali için açtığı tasarrufun iptali davasında davacı-alacaklının (işçinin) alacağı h a n g i t a r i h t e doğmuş sayılacaktır? Başka bir deyişle bu durumda davacı-alacaklının (işçinin) alacağı “iş akdinin işveren tarafından feshedildiği tarihte” mi yoksa “işçinin, işe girdiği tarihte” mi doğmuş sayılacaktır? Eğer davacı-alacaklının (işçinin) alacağı “iş akdinin feshedildiği tarihte” doğmuş sayılırsa davacı-alacaklı, işverenin bu tarihten önce yaptığı mal kaçırma amacına yönelik tasarruflarının iptalini isteyemeyecek, buna karşın, davacı-alacaklının alacağının “işe girdiği tarihte” doğmuş olduğu kabul edilirse, o zaman davacı-alacaklı (işçi) işverenin iş akdini feshettiği tarihten önce yaptığı mal kaçırma amacına yönelik tasarrufların iptalini isteyebilecektir…
Yüksek mahkeme (Yargıtay 15. Hukuk Dairesi), tasarrufun iptali davalarına ilişkin olarak yerel mahkemelerce verilmiş olan kararları temyizen incelediği dönemde;
“Davacının tasarrufun iptali amacıyla açtığı bu dava, ‘davacının kıdem tazminatı alacağının davanın karara bağlandığı 12.6.1991 günü doğduğu, oysa tasarrufun bu tarihten önce yapıldığı” görüşüyle reddedilmiştir. Halbuki, davacı, davalı borçlunun işyerinde hizmet akdine bağlı olarak çalışırken 30.12.1990’da işine son verilmiş ve böylece ihbar, kıdem ve diğer sosyal haklarına bu tarihte hak kazanmıştır. Öyle olunca mahkemenin ‘tasarrufun alacaktan önce doğduğuna’ ilişkin görüşünde isabet yoktur. Ne var ki, mahkemece davanın diğer şartları ve esası hakkında bir inceleme yapılmamıştır.
Bu durumda mahkemece, ‘borçlunun aciz halinin gerçekleşip gerçekleşmediği (İ.İ.K. 105. mad.) ve tasarrufun alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla yapılıp yapılmadığı’ konusunda işin esasına girilerek ve toplanan delillerle değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddi doğru görülmemiştir.”(15. HD. 21.10.1993 T. E:2949,K:4135)
ş e k l i n d e içtihatta bulunmuşken, bugün yerel mahkemelerin bu konudaki kararlarını temyizen incelemekte olan Yargıtay 17. Hukuk Dairesi ise;
-“Davacı alacaklı vekili, borçlu şirkette 01.02.2006 ve 15.01.2010 tarihleri arasında çalıştığını ve iş akdinin haksız feshi nedeni ile işçilik alacağı olduğunu, davalı borçlu şirketin dava konusu iş makinesini muvazaalı olarak diğer T. şirketine devrettiğinden bu devrin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacının, T. İnş. Ltd. Şti. bünyesinde çalışırken 15.01.2010 tarihinde iş akdinin fesh edildiği, Bafra 1. Asl. H. Mah.nin 2010/197 E. sayılı dosyasından işçi alacağı için dava açıldığı ve 04.08.2011 tarihinde karar verildiği, dava konusu aracın ise alacağın doğumundan 10 ay önce 09.03.2009 tarihinde satıldığı, tasarrufun borcun doğumundan önce alacağı engelleme kastı ile yapıldığının ispatlanamadığından bahisle reddine karar verilmiş; hüküm davacı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava İİK'nun 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davasına ilişkindir.
Davacının alacağı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, genel tatilde çalışma türünden gerçekleşen alacağa ilişkindir. İş akdi 15.01.2010 tarihinde fesh edilmiş ise de kıdem tazminatı ve bir kısım işçi alacaklarının hesabında davacının işe girdiği 01.02.2006 tarihinden hesaplama yapıldığından borcun doğumunun bu tarih olarak esas alınması gerekmektedir. Dairemizin yerleşmiş uygulaması da bu yöndedir.
Mahkemece, tasarrufun borcun doğumundan sonra yapıldığı kabul edilerek diğer deliller birlikte değerlendirildikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”(17. HD. 25.05.2015 T. 2013/21071, K:7629)
-“Davacı vekili ‘davalılardan Güvercin Mühendislik Mak. İnş. Taah. ve Tic. AŞ.'nin müvekkiline olan borcu nedeniyle hakkında yaptıkları icra takibi sırasında borcuna yetecek haczi kabil malının bulunmadığını, ancak kendisine ait 2 adet aracı adresi ve yetkili kişileri aynı olan diğer şirkete sattığını’ öne sürerek ‘satış işlemlerinin iptâlini’ talep etmiştir.
Davalılardan Yapı Mühendislik AŞ. ‘davanın reddini’ talep etmiştir.
Mahkemece ‘davanın reddine’ karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece ‘davanın kanıtlanamadığı’ düşüncesiyle reddine karar verilmişse de varılan sonuç, toplanan delillere ve yasaya uygun düşmemektedir. Tasarrufun iptâli davalarında davacı alacağının, tasarruf tarihinden önce gerçekleşmiş olması şartı gereklidir. Davacı alacağı kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, genel tatildeki çalışma bedeli türünden gerçekleşen alacaklardır. Davacı bu hakları için 4.10.2002 tarihinde dava açmıştır. Sözü edilen hak ve alacakların, 31.5.2001 tarihindeki iş akdinin feshedilmesinden geriye doğru olan dönemle ilgili olduğu kuşkusuzdur. Davalı borçlu araç satışlarını 23.1.2001'de gerçekleştirmiştir.
Bu hale göre araç satışları (iptâli istenen tasarruflar) davacı alacağının doğumundan sonra yapılmıştır. Mahkemece bu olgunun gözden kaçırılması isabetli değildir. Davalı borçlu anonim şirket, sözü edilen 2 adet aracını diğer davalı Güvercin Mühendislik İnşaat Makine İmalat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'ne satmıştır. Satıcı ve alıcı şirketlerin unvanlarında son derece benzerlik bulunmaktadır. Ayrıca satıcı borçlu şirketin ortaklarından Cömert Güvercin, alıcı şirketin kurucu ortakları arasında yer almaktadır. Daha sonra da satın alan şirket unvan değişikliği yaparak Yapı Mühendislik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi adını almıştır. Araçların satış değerleri ile gerçek değerleri arasında önemli derecede fark bulunmaktadır. Açıklanan olgular ve toplanan deliller gözönünde bulundurulmalı, İİK'nun 277 ve müteakip maddelerindeki hükümler doğrultusunda değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA&S230;” (17. HD. 10.07.2008 T. E:2790, K: 3912)
ş e k l i n d e yani “….kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, genel tatildeki çalışma ücreti türünden gerçekleşen alacakların ‘iş akdinin feshedilmesinden geriye doğru olan dönemle ilgili olduklarından’, bu alacakların doğum tarihinin işe giriş tarihi olduğunu” kabul etmiştir.
“Tasarrufun iptali davalarında, davacı-alacaklının alacağının iptali konusu tasarruftan ö n c e ya da s o n r a doğmuş olmasının önem taşımadığı” konusundaki görüşümüz -bütün alacaklar hakkında- benimseninceye kadar hiç olmazsa yukarıdaki kararlarda belirtilen işçi alacakları bakımından, bu alacakların “iş akdinin feshedildiği tarihte” değil “işe giriş tarihinde” doğduğunun kabul edilmesi isabetli olmuştur…